“1979’DA ŞİİRİMİZ” ÜSTÜNE YAŞAR MİRAÇ’A BİRKAÇ SORU
– "79’da Şiirimiz” yazının üzerinden kırk yılı aşkın bir zaman geçti. Bugün o yazıdaki görüşlerin, değerlendirmelerin için neler söylemek istersin?
– Bugün de aynı düşünüyorum. Görüşlerimde bir değişiklik yok. Zaten zaman beni doğruladı. Keşke o yıl çıkan ve okuyabildiğim şiir kitaplarıyla sınırlı tutmasaymışım diye düşünüyorum.
– Bu eleştirilerine karşı tepkiler yanıtlar olmuş muydu?
– Birkaç cılız, hakaret içerikli tepki oldu. Örneğin Gülten Akın ile ilgili yazdıklarıma
Ankara’da onun hayranı biri beni "dekadan”lıkla suçladı. Bir de Özdemir
İnce Sanat Emeği’ne bir mektup yollamış bana sanat gangsteri, mezcup vb
hakaretler yağdırıyor, bu yazıyı yayımladığı için dergi yönetimine daha çok da
"arkadaşı” A. Behramoğlu’na kızıyordu. Ben o zaman bu mektubu aynen yayımlayalım
yanıt olarak da hiçbir şey yazmadan Y. Bitsos’un bir şiiri ve Ö. İnce’nin
bir şiirini yan yana yayımlayalım demiştim. Fakat Ataol mektuba el koydu ve "arkadaşını”
kolladı. Şimdi zaten Cumhuriyet’te kol kolalar. Ne yazık ki bizde bu
kollamacılık sağda solda ekonomide edebiyatta salgın bir hastalık.
Orhan Taylan’ın Yaşar Miraç Portresi, 1979.
Ayrıca Cengiz Bektaş bir sergide karşılaşınca bana, "Yaşar o yazına bir
cevap yazmak istiyorum dergide yayımlar mısınız” diye sormuştu. Ben de "ne
demek tabii ki yayımlarız” dedikten sonra ona "benim seninle bir sorunum yok.
Hatta tam tersine insan olarak seni severim, sen de beni genç bir kardeşin olarak
kabul ettin. İzmir’de atölyene götürdün, evinde konuk ettin... Bu anlamda bir
sorun yok. Yalnız benim şiir-şair ölçüme göre yazdıklarım inandığım görüşlerimdir.
Ben senin şiirini böyle görüyorum ve açıkça söylüyorum. Bu bizim dostluğumuzu
bozacak bir şey olmamalı” diye ekledim. Cengiz Bektaş dergiye yazı
göndermedi, daha sonra da bana karşı her karşılaşmamızda ilgiyle, dostlukla davrandı.
Kuzguncuk’ta komşu olduk, şiir dışında birçok konuda güzel sohbetlerimiz
oldu. Hatta TYS başkanıyken 2003’te Türkiye’yi Struga Şiir Festivali’nde Tür-
kiye’yi benim temsil etmemi teklif etti. Onun hakkında kişilik olarak hep olumlu
düşünmüşümdür. Ama dediğim gibi şiirini, şairliğini çok yeterli bulmamışımdır.
Onun bir kültür insanı, bir aydın olarak, mimar olarak çok daha değerli olduğunu
sanıyorum. Bugün keşke onu Özdemir İnce ile "sakallı” benzetmesiyle bir araya
getirmeden ayrı bir biçimde ele alıp değerlendirseydim diye düşünüyorum.
– O yazıdaki değerlendirmelerin içinde bugün seni en çok sevindirenler hangileri?
– İlhami Bekir’in gözden kaçmış, üzerinde pek durulmamış "Unuttum” şiirini
övmüş olmam diyebilirim. Bir de ilk kitabını yayımladığında Metin Altıok
için yazdıklarım. O kitap çıktığında doğru dürüst bir değerlendirme yazılmamış.
Ünlü, usta ozanlarından pek ses çıkmamıştı. Ne zaman ki Sivas’taki o katliamda
yanarak can verdi. Ondan sonra herkes Metin Altıok’tan övgüyle söz etmeye başladı.
Benim Metin Altıok’un şiirini daha ilk baştan olumlu, başarılı, özgün bulduğumu
bu yazı ispatlıyor diye seviniyorum. Aynı şey Behçet için de geçerli.
Biliyorsun Behçet’in ilk yapıtını da Yeni Türkü’de yayımlamıştık. O da aynı Sivas
Katliam’ından sonra başka bir ilgi ve övgüyle anılmaya başladı. Türkiye böyle
işte... Doğruyu, güzeli ancak ölerek, yanarak yakalıyabiliyoruz. Ancak o zaman
değer veriyoruz ya da değer verir gibi yapıyoruz.
– Yazıda Dağlarca için yazdıklarına (onunla son yıllarında dostluğun olduğu
için soruyorum) herhangi bir yakınması oldu mu?
– Yok, belki de yazıyı okumamıştır. Zaten okusa da ne diyecekti. Benim değerlendirmem
"Dağlarca cephesinde yeni bir şey yok” türündendi. Bu da çok incitici
bir değerlendirme sayılmaz. Dağlarca’nın şiirinin ustalığını, özgünlüğünü
zaten benimsemiş olarak o değerlendirmeyi yapmıştım. Dağlarca ile söyleşilerimizde
kimi şiirler üzerine yaptığı toptan yargılarına çoğu zaman katılıyordum.
Fakat bazen de itiraz ettiklerim oluyordu. Örneğin Arif Damar için "şair değil”
dediğinde olduğu gibi. Benim itirazıma kızıp başkalarına yaptığı gibi yanından
kovmuyordu. Sözle söylemiyordu ama "belki de haklısın” gibi bir tavır takınıyor,
başka konulara geçerek sohbeti sürdürüyordu.
– Bugünkü şiir üzerine böyle yazılar pek yazılmıyor. Sen de yazmıyorsun...
Böylesi yeni yazılar yazmak ister misin?
– Düşünüyordum. Almanya yıllarımın yarattığı bir kopukluk oldu. Türkiye’deki
laçkalaşma şiire de oldukça fazla yansıdı... Bu yüzden de hevesim kalmadı.
Son yirmi yılda üzüldüğüm tek olay Didem Madak’ın şiirlerini kaçırmış
olmam. Yeni yeni toparlanıyorum diyebilirim. Üzerinde durmak istediğim bizden
sonraki kuşaklardan birkaç şair var. Onlarla ilgili yazacağım. Bir de eskilerden
bu ’79 yazısında eksik bıraktığım bazı adlar ve şiirleri üzerine yazacağım.
– Yazıyı yeniden yayımlarken bu söyleşiyi yapmamız iyi oldu... Sana yeni
çalışmaların için başarılar...
– Sağ ol... bakalım işte... bu korona yıllarında ne yapabilirsek...