Caz Yapma
Tam solosuna geçmişti ki, "Caz yapma,” dedi iftihar edecek bir ayrıntı umuduyla iftara gelmiş aile büyükleri. Saksafonu bırakıp bağlama kursuna gitsindi. Aile büyüklerinin verdiği notayla notaları fırlatıp yatağına gömüldü. Yorganı kefen, çekyatı tabut, yastığı mezar taşıydı. Orağımsı bir gölge duvarda, "Bir yanlışlık olmuş,” der gibi yorganı kaldırdı Azrail. Hassas terazide gelenekçiliği ve asriliği tartılırken aile dedi: Bu çocuğu nasıl enstrümanlaştırmalı? "Sen zaten ölmüşsün,” diyerek çağrı cihazına gelen zincirleme kazaya koştu Azrail. Az daha kalsa bu kadar budaklanmazdı olay. Bağlama fikrinin yarattığı zincirleme ağlama periyodu büyük halanın kendini vitrine zincirlemesiyle sürerken kapı çaldı. Kapı deliğinde yuvarlak siyahla çerçevelenmiş komşu kızı Rönesans’ın güzelliklerini anımsatırken Döne Hanım’ın esansı kilim altından haneye sızıyordu. İki dörtlükten dokuz sekizliğe geçerken dört dörtlük komşu kızı Ezgi geldi tütüsüyle. "Tü tü maşallah,” dedi anne. Buyur edildi, oturtuldu, kaldırıldı. Oturup kalkma hanesine artı atılırken haneye sanat sancısı girdi. Hayır, batık tırnaktı. Eşzamanlı olarak eller havalandı. "Kimsenin elini öpmeyeceğim,” dedi. Sizin çocuk da pek havalanmış. Saksafonuyla salona koşarken geleneklere şirk koştu. Son düzlükte gelenekler arzularının önüne geçince fotofinişe bakıldı. Burun farkıyla hem yarışı hem de farkındalığını kaybetti. Yalan söylesem kazanır mıydım? Pinokyoluğun gereği yok diyerek balerin Ezgi’ye New Orleans yöresinden bir ezgi tutturdu. "Baleye gitmek istiyorum,” diye kız kardeşi de tutturunca aldatıldığını öğrenen ablası şan dersinden gelir gelmez attığı çığlıkla çeyizindeki on ikili bardak takımını kırdı. "Çok kırıldım, on iki gün oldu ramazanda bir kere aramadınız,” diyerek kapıdan girdi ilk defa gördüğü Şükran Hala. Şükran Hala’ya şükranlarını sunup "Ben yetenek sınavına çalışacağım,” diyerek komşu kızı Ezgi’yle odasına geçti. Saat geçti. Evdeki muhafazakâr havanın kaynağı Şükran Hala, "Bizden geçmiş, bari gençler eğlensin,” deyince ortam gerildi. Gerilen davulun derisinde yankılandı kuruntular. Odanın kapısını açık bırakarak rahatlayan aile büyükleri, büyüklenecek başka uğraşlar bulma umuduyla salona dönerken bir gün sözlenmelerini umduğu Ezgi söze girdi. "Ne tarz müzik dinliyorsun?” sorusu karşısında, "Caz,” diyerek bir eliyle duvara yaslanacakken halının (ve karizmasının) kaymasıyla yere düştü. Havalı olduğunu düşünürken çaydanlıktaki yansımasında bambaşka bir benle karşılaştı. Kadınların yanında farklı davranan bendi gördüğü. "Ben hep bunları dinlerim,” diyerek telefonuna dokununca bilinmeyen bir yörenin bilindik türküsü başladı. Müziği kapatıp, "Dayım açmış,” deyince anne dayıya bir tabak daha fasulye koydu. Keşke şu fasulyeden bir ağaç çıksaydı da devler diyarına kaçsaydım. Dilek kabul gişesini beşte kapatan tanrı sesini yanlış işitti. Tam Ezgi’nin kulağına eğilip, "Ben seni,” diye başlayan yüklemsiz tümceyi kurduğunda kapı aralandı. Latin kökenli üvey babası sörf tahtasıyla içeri girip, "Sörf ve âdetlerimizi unutma,” diyerek güzel komşu kızı karşında onu küçük düşürünce ufalıp çekyatın altına kaçtı. Evin eski sahiplerini gördü ayçekirdeklerinin arasında, "Biz de komşu kızı karşısında küçük düşürülüp buraya sığındık,” dedi içlerinden uzun olan. Kısası, "Kısasa kısas,” diye bağırırken orta boylusu bağrını açıp, "Elektrik süpürgesi geliyor,” diye seslendi. Çekyatın altında karıncaların taşıdığı pirinç tanelerinden kaçarken kitaplığın altına attı kendini. "Ninen beni misafirlikte küçük düşürdü, yıllardır burada yaşıyorum,” dedi yıllardır kayıp olan dede. Ezgi, "De de söyleyeceğini, neredesin?” diye bağırırken halıya çıktı, ellerini salladı. Kimse onu sallamadı. Ezgi bale yaparken başparmağından kaçarak kitaplığın altına sığındı. Onlarca buruşturulmuş sayfa, Ezgi’ye yazılan şarkı taslakları tasalanıp buraya atılmış. Güvenin biri rehberim olup özgüvenimi nasıl kazanacağımı anlatır mıydı? Ezgi’nin başparmaklarıyla kırdığı fındıkların arasından geçerek yeniden çekyatın altına koştu. Babanın ağzından fırlamış tükürüklü ayçekirdeği parçasıyla çekyatın altındaki kumaşı delip yaylara asıldı. Do, re, mi, ne varsa bastı. Ezgi’yi etkilemek için şarkı yazmaya çalışırken sekizinci notayı keşfedip küçük düştüğü ortamda eski boyutuna döndü. "Nasıl buldun şarkımı?” diye sordu.
"Türk hafif müziği bana ağır geldi,” dedi Ezgi.
Üç notayla üç yüz kişiyi mi, üç bin notayla üç kişiyi mi etkilemeli derken "Üç kaşık çay misafirlere yeter mi?” dedi anne. Amme hizmetinden dönen enişte sekizinci notayla sura üflendiğini sanıp sehpanın altına kaçtı.
"Caz seviyorum,” dedi Ezgi.
"Sizin kız da pek cazgırmış,” dedi anne.
Üç çay bardağını tek eliyle taşıyabilen Şükran Hala’nın torunu Dilan odaya daldı.
"Bale de neymiş bizim halk oyunlarımız dururken,” dedi.
Sorun da halk oyunlarımızın yerinde durmasıydı zaten.
Bir bağlama bir saksafon diye birbirine giren aile büyükleri ileride başımıza vurmayalım diyerek bilirkişiye başvurdu. Çoksesli müziği savunan tek eşli Yekta Hoca saksafon diye bağırırken tek sesli müziği savunan çokeşli Dumrul Hoca bağlamaya bağlandı. Yek mi Du mu derken, "Senden ne köy ne kasaba olur,” dedi anne. "Belki ilçe olurum,” deyince Ezgi’yi güldürse de başına kırk yedi numara terlik yedi. "İcat çıkarma,” dedi anne. Kardeşi icat ettiği otomatik terlik atma makinesini dolaba kaldırdı. "Kaldıramıyorum,” diye bağırdı.
Bağlamayla mest olan Dilan’a, saksafonla dans eden Ezgi’ye baktı. Biri tek sesli doğu, öteki çok sesli batı parçasıydı. "İyi parça,” dedi enişte. "Eh işte,” diyerek saksafonu kaptığı gibi sahur vakti sokağa fırladı. Farklı camilerden dalgalanan ezanlar koro halinde sürerken, "Ramazan saksafoncusu olacağım,” diye tutturup dokuz sekizlik bir parça tutturdu. Konservatuvar mezunu işsiz ramazan davulcusu ritme katılırken ev halkı gülmekten katıldı.
Dilan dedi, "İyi düşünce, sizce?”
Ezgi yanıtladı, "Düşüncesizce.”
Aksak adımlarını aksak ritme uydurup evrensel bir müziğe ulaşmaya çalışırken peşine takılan zabıtalarla karakola ulaştı.