Deniz Fenerim
Kapı aralandı, derslikten içeriye girdi. Kısa, evecen adımlarla kürsüye geldi. Kalabalık sınıfa kısık gözlerle şöyle bir baktıktan sonra, "Gemliğe doğru / denizi göreceksin / sakın şaşırma…” dedi. Ardından, çoğu öğrencinin şaşkın bakışlarına aldırmadan, ama belki hafifçe gülümseyerek, sordu: "Bu bir şiir midir, değil midir?” Bilenlerle bilmeyenler birden tartışmaya, "Hocam!” diye el kaldırarak düşüncelerini dile getirmeye başladılar. Apansız gelen üç dizelik bir şiir ve onu izleyen kısacık bir soruyla kendimizi coşkulu bir dersin, ders ne söz, edebiyatın ta kendisinin içinde bulmuştuk!
Cevat Çapan’la olan hoca-öğrenci serüvenim böyle başladı. Yıl 1968’di. Yer Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ydü. Bakıyorum da, o günlerden bugünlere elli yıldan fazla bir zaman geçmiş. Yılların eskitemediği, yaşanan pek çok şeyin yaşlandıramadığı bir dostluğa evrilen, artıp eksilmeyen bir bağ. Şu 2021 yılında ondan öğrenmeyi bugün de sürdürüyorum.
Aslında onu ilk kez 1966’da Vedat Günyol’un Çan Yayınları’ndan çıkan Çin’den Peru’ya: Dünya Şiirinden Çeviriler’le tanımıştım. Sappho’dan Octavio Paz’a uzanan bir şairler deryasına yelken açan bu kitabı uzunca bir süre ceketimin cebinde taşıdığımı, Cevat Çapan’ın o zaman olduğu gibi bugün de beni afallatan bir ustalıkla çevirdiği şiirleri Beyazıt’taki Çınaraltı Kahvesi’nden Bebek Kahvesi’ne, Lefter’in Balıkpazarı’ndaki meyhanesinden Nazmi’nin Bebek’teki meyhanesine uzanan bir coğrafyada arkadaşlarıma okuma fırsatını hiç kaçırmadığımı anımsıyorum.
Şimdi düşünüyorum da, neydi beni Çin’den Peru’ya kitabına bu denli bağlayan? Kim bilir, belki toy bir delikanlının hem esrik yüreğinin, hem de gönül kırıklarının karşılığını o şiirlerde bulması. Ama daha çok, çevirmenliğe soyunan bir gencin yalnızca çeviri uğraşının inceliklerini değil, Türkçenin güzelliklerini de o kitabın dizelerinde keşfetmesi... Rafael Alberti’nin İspanya İç Savaşı sonrası gittiği sürgünden yurtsaması sanırım bunun en güzel örneklerinden biridir:
Sesim karada ölürse, / alın denize götürün, / kıyıda öylece bırakın. / Alın denize götürün, / ak bir savaş gemisine / sesimi kaptan yapın. // Süsleyin sesimi oy / nişanlarıyla gemicilerin: // yüreğimin üstüne demir / demirin üstüne yıldız / yıldızın üstüne rüzgâr / rüzgârın üstüne yelken!
Beni Lesbos adasının eskil ozanı Sappho’yla ilk tanıştıranın da Cevat hocam olduğunu söylemeliyim. 1960’lı yıllarda şair Kemal Özer’in Beyazıt’taki Beyaz Saray’da bir Uğrak Kitabevi vardı. O sıralar gerçekten de bir uğrak yeri olan bu kitabevinin yayınları arasında az sayıda da olsa çok nitelikli kitaplar çıkmıştı. Bunlardan biri de Sappho’nun 1966’dan bu yana yanı başımdan ayırmadığım Şiirler’idir. Sungu Çapan’ın Braque’ın taşbaskı "Uçan Güvercinler”inden birini kondurduğu kapağını açtıktan sonra Cevat Çapan’ın diliyle Sappho’nun tutku ve hüzün yüklü dünyasının içinde bulursunuz kendinizi:
Ey tahtı ışıl ışıl ölümsüz Aphrodite / Ulu Zeus’un düzenci kızı / yalvarırım yüreğimi acılarla dağlama! // Yardımıma gel gene, hani eskiden / sesimi duyunca nasıl, çıkıp / babanın sarayından kanat çırpan kuşların // çektiği yıldızlı arabana biner; / yeryüzüne inerdin bulutsuz mavilikten; / ölümsüz dudağında o aydınlık gülüşle sorardın, // "Gene nen var?” derdin "nedir gene / deli gönlünü çelen? Tılsımımla kimi / baştan çıkarıp yollamam gerekiyor koynuna? // Söyle, Sappho, kim seni üzen? / Kaçıyorsa, kaçsın, bırak, / yakında o senin ardına düşecek, // bugün almıyorsa verdiklerini, / yarın o sana armağanlar verecek, / seni sevmiyorsa, istemese de er geç sevecek.” // Geleceğin varsa, şimdi gel, kurtar beni / kuşkudan, ne diliyorsa gönlüm / yerine getir, sen de katıl benimle savaşa.
Hiç unutmuyorum, 2008 yılıydı, bir Cuma günü. Cevat hocayla o sıralar başında bulunduğum Can Yayınları’nın Galatasaray’daki binasında oturduk, kısa bir sohbetin ardından Sappho’nun şiirlerinin yeni bir basımını yapmaya karar verdik. Kitaba yeni bir ad verelim derken, Nedir Gene Deli Gönlünü Çelen’de karar kıldık: Sappho’nun o kırık dökük dizelerinden günümüze kalan biricik eksiksiz şiiri "Aphrodite’ye Yakarış”ın iki dizesi.
Öğleye doğru yayınevinden çıktık, caddeye vardığımızda ayrıldık. O Çiçek Pasajı’ndaki "Cuma toplantıları”ndan birine doğru yürüdü; ben Asmalımescit’e, Refik’e yollandım. Refik’ten içeriye girip Ferit Edgü’nün karşısısına oturduğumda, on dokuz, yirmi yaşlarında kendimden geçercesine okuduğum Sappho’yu altmışımdan sonra yeniden yayımlayacak olmanın tatlı esrikliği içindeydim.
2015 yılıydı. Sappho’nun anayurdu Lesbos’taydım. Adanın kıyı köylerinden birinde, Molivos’ta, uzak sulardan ağır ağır erişen dalgaların yaladığı kıyıda çakılların üstünde gezinirken, ozan Sappho ile şair Cevat Çapan’ı buluşturan dizeleri mırıldanıyordum:
Yalınayak dolaşma / kıyıdaki çakıllarda / o kadar nazlıysan…
Yıl yine 1966. Yine bir Uğrak Kitabevi yayını. Yine hayatıma yön veren kitaplardan biri: George Thomson’ın Marksizm ve Şiir’i. Thomson’ın Tarihöncesi Ege’den üç yıl önce, 1946’da kaleme aldığı bu kitabı Cevat Çapan çevirisiyle yayımlanır yayımlanmaz alıyorum: Şiirin doğuşu ve gelişimi, söz ve büyüyle ortak kökeni, emek süreciyle ortak bağları kısacık bir kitaba sığdırılmış.
Aradan yıllar geçiyor. 1980’lerin başları. Cevat hocayla tanıdığım Thomson’ın o koca yapıtı Tarihöncesi Ege’yi çevirmeye soyunuyorum. Bu zorlu uğraşın ortalarında, kitabın "Şiir Sanatı” başlıklı bölümünün ufak tefek birtakım değişikliklerle Marksizm ve Şiir’den oluştuğunun ayırdına varıyorum. Ne yapmalı?
Biraz çekinerek de olsa sormaya cesaret ediyorum: "Hocam, o bölümdeki küçük oynamalar dışında sizin çevirinizi kullanabilir miyim?” Her zamanki gönlü bolluğuyla gülümsüyor: "Tabii. Neden olmasın…” Sanırım hayatımda aldığım en güzel armağanlardan biridir bu.
Üçü de 1966’da yayımlanan Çin’den Peru’ya, Sappho: Şiirler ve Marksizm ve Şiir’in ardından, 1968’de yüreğime ve aklıma işleyecek bir kitap daha çıkıyor: Ernst Fischer’in Sanatın Gerekliliği adlı yapıtı. Memet Fuat’ın de Yayınevi’nin sarı kapaklı Bilgi Dizisi’nden. Bir kez daha bir Cevat Çapan çevirisi bana yol gösteriyor, yürüyeceğim yolun temel taşlarını döşüyor.
Jean Cocteau’nun alaylı şaşırtmacasıyla açılır Sanatın Gerekliliği: "Onsuz edilemeyen bir şeydir şiir — ama neden onsuz edilemez bir bilsem…” Sonra da, sanatın, edebiyatın, müziğin neden "onsuz edilemez” olduğunun keşfine çıkar. Yaratıcı imgelem ile toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkiyi kökenlerinden günümüze önümüze serer. Sanatın dün de, bugün de gerekli olduğunu, yarın da gerekli olacağını öğrendiğim ilk kitaplardan biridir.
Burada sözünü ettiğim, Cevat Çapan’ın bize kazandırdığı dört kitap, yoğun bir politik döneme hızla yürüdüğüm o günlerde dogmacılığın, bağnazlığın kör kuyularına büyük ölçüde düşmememde etkili oldu. Cevat hocamdan okulda ve hayatta aldığım dersleri elimden geldiğince akılda tutmaya çalıştım. Çeviri uğraşında elli yıldır onun çizdiği yol haritasına bakarak yürüyorum.
Ferit Edgü, bir yerde, "Sait Faik, benim deniz fenerim,” demişti. Bunca yıllık hocalığına ve dostluğuna baktığımda, "Cevat Çapan, benim deniz fenerim,” diyorum…
Aralık 2021